Kurt Kanunu
Kemal Tahir
Kurt kanunu 1926 Mustafa Kemal’e Suikast Girişimi davasının arka planını sanıkların bakış açısından anlatmakta. Roman 3 ana karakterin ikisiyle açılır: ittihatçıların o dönemki lideri Kara Kemal Bey ve ünlü ittihatçı fedai Abdülkerim.
Romana göre Kara Kemal aslen suikast girişimini kendisi organize etmemiştir. Abdülkerim bu işin arkasındaki asıl azmettiricidir. Fakat Kara Kemal’in ismini ve prestijini kullanarak tetikçileri ikna etmiştir. Her halükarda bu iki karakter suikast girişiminin ortaya çıkmasıyla beraber firar eder ve romanın ilk iki bölümü onların yaşadığı bu kaçak hayatını konu alır.
Bu bölümlerin hepsini özetlemenin bir anlamı olduğunu düşünmüyorum. Erken Cumhuriyet dönemi inkılaplarının halkta karşılığını, amaçlarını ve sonuçlarını çok iyi gözlemleyen binbir anekdot yazmış Kemal Tahir. Özellikle Abdülkerim’in sonradan kendini avlamaya çalışıcak yerel bi’ esnaf karakterle giriştiği uzun bi’ diyalog bulumakta. Kısa yoldan İnkılapların Anadolu’daki etkilerini anlamak istiyorsanız mutlaka okuyun.
Ben, bu ilk iki bölümde Abdülkerim’le Kara Kemal arasında geçen bi’ diyalogdan bahsetmek istiyorum. Kara Kemal Abdülkerim’e Takrir-i Sükun Kanunu’na giden süreci anlatmaktadır ki önce başında geçen bi’ anektodla başlar. Parvus adında bir gayri-müslim, onunla Türklerin neden bi’ burjuva sınıfı çıkaramadığını tartışmaktadır. Parvus’a göre bunun yegane sebebi devletin ezici gücüdür. Devlet biraz kendi çıkarları, biraz eşrafın çıkarlarını gözeten hesapların sonucunda tekel dağıtır. Zor zaman geldiğinde de müdahale eder. Hor gördüğünden alır, hoş gördüğüne verir. Gücü mutlaktır. Esnafa sadece karı toplamak kalır. İşte bu der Parvus, esnafa ne rekabet etmek için, ne de kardan arttırdığını sermayeye geri yatırmak için motivasyon bırakır. Rekabet anlamsızdır, varlık ancak kişinin “başına devlet kuşu konduğunda” gelir. Buna birde şu gözlemi ekler Kara Kemal, istediği gibi dağıtan devlet, istediğinde geri alır. “Kişisel mülk” ancak yukardaki hesapların doğru tarafında kaldığında mümkün olan bir ilüzyonudur.
Son zamanlarda ara ara Kurtlar Vadisinin eski bölümlerini izlemekteyim ve bu diyalog aklıma sık sık gelmekte. Dizinin Kemal Tahir külliyatından, hatta direk bu kitaptan açık açık esinlenmesi bi’ yana, bu “veren bizim büyüklerimizdir, ağabeylerimidir, devlettir vesaire” teması orada da sık sık gözüme çarpmakta. Dizideki aslında bütün gerilim hangi imtiyazları hangi aktörlerin hangi şekilde üstlerinden koparacaklarıyla ilgili. Türkiye’deki üretim ilişkilerinin aşağı yukarı hala bu şekilde devam ettiğini varsaymak mümkün. Bu serbest ve eşit rekabet meselesinin yokluğu aslında bizim bu gün belkide “Doğulu Toplum” dediğimiz şeyin nasıl kendini modern anlamda var ettiğini anlamak için iyi bi’ gözlem alanı.
Bunun yanında aslında aklıma şu da geliyor. Bu rekabetsizlik genel anlamda “islam kültürü” nün bir parçası değil. Hodgson gibi İslam tarihçilerinin çalışmalarından biliyoruz ki İslam, özünde kişisel başarı, ticari rekabet gibi değerleri barındıran kültürel bi’ mirasa sahip. Hatta kısa bi’ süre önce Graeber’ın Debt kitabında Gazali’nin, Smith’den yüzyıllar önce nasıl iş bölümü, piyasaların serbestliği ve rekabetçiliği gibi konuları ele aldığını anlatan bir kaç paragrafa rastladım.
Otoritenin varlık ve kaynak dağılımı konusundaki bu mutlakılığı belkide 14. Yüzyılın sonunda başlayan barut imparatorluklarının bir özelliğidir. Batılı dünya bu mutlaklığı 18. Yüzyılla beraber kırmaya başladığı için bi’ burjuva sınıfı oluşturmayı başarmış olabilir. Bu aslında bize İslam coğrafyasının modernleşmesinin temel metinlerinin 8-13. YY İslam Dünyası’nda olabileceğini de belki gösteriyor.
Kitabın son bölümünde ise ana karakterimiz Emin Bey isimli eski bir ittihatçı. Emin Bey Kara Kemal’in çocukluk arkadaşı ve edebi unsur anlamında tam zıttı. Sorumluluk almaktan açıkça korktuğunu söyleyen, bu nedenle İttihatçılıktan ve dolayısıyla memleketi kurtarma hayallerinden erken emelki olan bi’ memur. Hikayeye Kara Kemal’in kendisine sığınmasıyla dahil oluyor.
Bu son bölümde gene bir sürü eşsiz gözlem mevcut. Dönemin apolitik profesyonel sınıfının, gazeteciliğinin, İstanbul çevrelerinin ve bunlar gibi bir çok kişisinin ve kurumunun Cumhuriyetle ve inkılaplara olan ilişkilerine dair gözlemler bulabilirsiniz.
Fakat ben yine dikkatimi çeken bi’ yerinden bahsetmek istiyorum. Kara Kemal’in Emin Bey’le arasında geçen bu diyalogda Kara Kemal gene geçmişi irdelemektedir. Kara Kemal inkılaplarla gelen birçok modern kanunu eleştirir. Medeni Kanun, Ceza Kanunu, Borçlar Kanunu ve İcra İflas Kanunun alel acele yabancı yasalardan çevirilerek geçirildiğinden yakınır ve ekler “Doğulu toplumlarda bütün kalkınma çabalarının gerçek celladı, Batı sömürüsüdür… Ekonomide liberalizmi kabullenmek, içimize yerleşmiş gizli açık örgütlerle boğuşmaktan, onları söküp çıkarmaktan vazgeçmektir.” Bu çabaların eninde sonunda memlekette devlet eliyle zengin yetiştirmeye gideceğini. Kendilerinin bi’ benzerini 1908’de iktidardayken yaşadıklarını anlatır. Bunun sonucunun ise bu yapay olarak yaratılmış, sınıf bilincinden yoksun zengin kesimin idareci kadroları boyunduruğuna aldığı. Tek işlevinin tekel kurup dağıtan bi’ soygun devletinin peydah olduğu. Bunun nihai olarak bir yandan soygun ahlakının normalleştirceği, bir yandan ise iyiden iyiye zengin düşmanlığını dinleştireceğidir. Ve ekler “Böyle durumlarda politikacıları hırsızlıkla suçlamak onların seçim gücünü azaltmaz. Tersine arttırır.”
Burada aslında ilk alıntıladığım diyaloğun ilk bakışta tam tersi gibi görünen bir kaygı var. Ekonomik liberalizmin moderniteye ayak uyduramamış coğrafyalardaki tekelciliğe karşı bi’ silah olmadığı. Tersine tekelciliği yerli işbirlikçi, bayilik modeli üzerinden güçlendirdiği. Bu doğru bi’ gözlem. Wallerstein, eşitsiz mübadele kavramıyla bu sürecin teorisini ortaya koymuştur mesela.
Fakat bu açmazın cevabının ne olduğu belkide 20. YY’ın ikinci yarısının en büyük sorusuydu. Amerika, Sovyet ideolojisinin yayılma tehditi karşısında, Soğuk Savaş döneminin kanlı oyunları bir yana, gerçekten batılı bir güçten beklenmeyecek bir sürü taviz verdi. Süveyş kanalı krizinde Mısır’ı desteklemesi, Japonyayı kendi eliyle ihya etmesi gibi bir çok eşi görülmemiş iş yaptı. Sovyetlerin yıkılması belkide bu dönemin sonunu getirdi ve Amerika da artık emperyalist devletler vitrininde yerini almış oldu.
Fakat bu Pax-Americana döneminin de sonunun yakın olduğu açık. Ve bu anti-emperyalist teoriler tekrar gün yüzüne çıkacaktır. Marksizim-Komünizm gibi enternasyonel anti-emperyalist ideolojilerin kalmadığı bir dünyada, Türkiye için Kemal Tahir, Doğan Avcıoğlu ve Niyazi Berkes gibi isimler önemli olacaktır. Kim bilir, belkide bizi gerçekten biz biliriz.